FORUM
=> Daha kayıt olmadın mı?

FORUM - EVRİM TEORİSİ

Burdasın:
FORUM => Tarih => EVRİM TEORİSİ

<-Geri

 1 

Devam->


... (Ziyaretçi)
10.07.2010 20:28 (UTC)[alıntı yap]
Kambriyen Fosillerinin 70 Yıl Saklanması

Canlı tarihinin en eski devirlerinden biri olan Kambriyen dönemi, 543-490 milyon yıl öncesini temsil eder. Bu dönemin öncesinde tek hücreli canlılar ve birkaç çok hücreli türü hüküm sürerken, bir anda aniden tam ve mükemmel halleri ile olağanüstü bir canlı çeşitliliği meydana gelmiştir. Bu canlıların tümü, önceki canlılardan çok farklı şekilde, günümüz canlılarına ait olağanüstü komplekslikte özelliklere sahiptirlir. Bu özelliğiyle Kambriyen dönemi evrim teorisine büyük bir darbedir.

Kambriyen dönemine ait fosilleri bulunan canlılar, günümüzde var olanlar da dahil olmak üzere 55 filumun örneğini vermektedir. Filum: Canlıların temel vücut yapılarına göre sınıflandırılmaları için kullanılan “alem”den sonraki en büyük kategori. Bir başka deyişle günümüz canlılarının, hatta daha da fazlasının temel vücut yapıları, günümüzden yaklaşık 540 milyon yıl önce mükemmel şekli ile vardır. Günümüzde var olan filum sayısı 35’dir. Kambriyen canlıları mükemmel komplekslik gösteren günümüz canlılarından farksız varlıklardır. Bu durum, Darwin’in hayali evrim ağacına ters düşmekte, hayali evrim süreci için belirlenen sahte gelişimi altüst etmektedir. Darwin’in evrim teorisine göre, tesadüfen oluşan ilk hücrenin ardından tek hücreliler yeryüzünde hüküm sürmeli, bunun ardından basit yapılı çok hücrelilerle başlayan hareketli yaşam, suda yaşayan tek bir filum ile devam etmelidir. Filum sayısı zamanla artmalı, bununla orantılı olarak da türler çoğalmalıdır. Fakat Kambriyen bulgularının ortaya çıkardığı gerçek bu şekilde olmamıştır. Darwin’in evrim ağacı tamamen tersine dönmüş, günümüzdekinden çok daha fazla sayıda çeşitlilik, canlı tarihinin daha ilk başında, tek hücrelilerden hemen sonra kendini göstermiştir.

Darwinist ideolojiye sıkı sıkıya bağlı koyu bir Darwinist için bunu keşfetmek büyük bir yıkımdır kuşkusuz. ABD’nin en ünlü müzelerinden Smithsonian Institution’da yönetici ve paleontolog olan Charles Doolittle Walcott da bu sapkın dinin en sadık mensuplarından olduğu için ilk olarak 1909 yılında keşfetmeye başladığı Kambriyen fosillerinin çeşitliliği karşısında dehşete düşmüştü. 1917 yılına kadar devam eden çalışmasında toplam 65.000 fosil örneği topladı. Bunların tümü Kambriyen döneminin kompleks canlılarına aitti.



Charles Doolittle Walcott

Darwinist sahtekarlıklar göz önüne alındığında, Darwinizm’in yıkımının habercisi olan bu fosillerin bir Darwinist tarafından bulunması ve ardından aynı Darwinist tarafından saklanması da sürpriz değildir kuşkusuz. Walcott, mensup olduğu batıl dini adeta yok eden, inançlarına ters düştüğü için kendisini dehşete düşüren bu fosilleri gizlemeye karar verdi. Çektiği resimleri ve belgeleri Smithsonian Müzesi’ndeki çekmecelere kilitledi. Bu özel ve önemli fosillerin ortaya çıkması ancak 70 yıl sonra mümkün olacaktı.

İsrailli bilim adamı Gerald Schroeder bu konuda şu yorumu yapar:

Eğer Walcott isteseydi, fosiller üzerinde çalışmak üzere bir ordu dolusu öğrenciyi görevlendirebilirdi. Ama evrim gemisini batırmamayı tercih etti. Bugün Kambriyen Devri fosilleri Çin’de, Afrika’da, İngiliz Adaları’nda, İsveç’te ayrıca Grönland’da da bulunmuş durumdadır. (Kambriyen Devrindeki) Patlama, dünya çapında yaşanmış bir olaydır. Ama bu olağanüstü patlamanın doğasını tartışmak mümkün olmadan önce, bilgi gizlenmiştir.



Gerald Schroeder

Walcott’un bulgulara ulaştığı Burgess Shale’deki Kambriyen fosilleri, Walcott’un ölümünden on yıllar sonra yeniden incelendi. “Cambridge grubu” olarak anılan ve Harry Blackmore Whittington, Derek Briggs ile Simon Conway Morris’ten meydana gelen uzmanlar ekibi, 1980’lerde fosilleri detaylı bir şekilde analiz ettiler. Ve faunanın Walcott’un belirlediğinden çok daha çeşitli ve sıradışı olduğu sonucuna vardılar. Fosillerin bir kısmının, günümüzde bilinen canlı kategorileri altında sınıflandırılamayacağı, dolayısıyla şimdikinden farklı filumların örneklerini verdikleri yönünde görüş bildirdiler. Canlılar, 543–490 milyon yıl öncesinde süregelmiş Kambriyen döneminde, mükemmel ve kompleks halleri ile aniden ortaya çıkmışlardı.

Ortaya çıkan sonuç Darwinistler adına öylesine beklenmedikti ki, bilim adamları bu ani hareketi bir “patlama” olarak adlandırdılar. “Kambriyen Patlaması”, bilim tarihinin en benzersiz, evrimci bilim adamları için ise en açıklamasız olaylarının başında geliyordu. Her konuda çıkmazda olan evrim teorisyenlerinin karşılaştığı bu bulgular sonucunda, propaganda amaçlı geliştirdiği hikayelere de son vermeleri ve “hayatın başlangıcı problemine” geri dönmeleri gerekiyordu. (Elbette bu, hayatın kökenine dair akılcı ve bilimsel bir açıklaması olmayan Darwinistler için bir problemdir. Akılcı, bilimsel ve mantıklı hareket edenler evrenin ve canlılığın Yüce Allah’ın eseri olduğunu açıkça görmektedir.) Darwin’in evrim ağacı tersine dönmüştü ve bu durum evrim teorisinin temel mantığına tamamen ters düşüyordu.

Üstün yaşam formlarını, Allah’ın muhteşem yaratışını sergileyen Kabriyen patlaması, Darwinistler tarafından halen suskunlukla karşılanmaktadır. Darwinistler, bu olağanüstü bulgular karşısında adeta sessizliğe gömülmüşlerdir ve adeta bu bulgular hiç yokmuş gibi davranmaktadırlar. Yaşamın tarihi hakkında kurguladıkları sayısız aldatıcı senaryoyu bilim dergilerinde ardı arkasına yayınlarken, 540 milyon yıl önceki bu büyük olayı hatırlatmamaya, bunun evrim teorisini tamamen ortadan kaldırdığını hissettirmemeye çalışırlar. Bunu açıkça yapmış olan Charles Doolittle Walcott, Darwinizm aldatmacasının ne ileri boyutlara varabileceğinin en büyük delil ve örneklerinden biridir.

Eğer Darwinizm gerçekten bir bilim olsa, Darwinizm’i savunanlar da gerçek birer bilim adamı olsalar, kuşkusuz bilimsel değeri bu denli büyük olan bulgular, büyük bir keşif olarak ön plana çıkarılır ve alelacele bilimsel site, kitap ve makalelere konu edilirdi. Bunun tam tersi bir yol izlenmesinin, somut bilimsel bulguların özenle gizlenmesinin sebebi, Darwinizm’in bir bilim olmamasından, Deccal’in bir oyunu olarak ortaya çıkan sahte bir din olmasından kaynaklanmaktadır. Yalan üzerine kurulu olan bu teori, sahtekarlıklarla canlı kalmaya çalışmaktadır. Kambriyen fosillerinin gizlenişi, Darwinizm adına yapılmış bilim sahtekarlıklarından sadece bir tanesidir.

(www.netcevap.org, 2009-07)

Osmanlı Darwinisti hangi ünlüydü

Sultan Aziz, Darwinci diye kimi sürgün etmişti?

Bugünlerde geçtiğimiz yüzyılın en önemli tartışma konularından sayılan “yaratılış teorisi” üzerine bir tartışmadır gidiyor. Tartışmada kıyameti TUBİTAK’ın Darwin’e takındığı tavır kopartıyor. Her olayda yaşadığımız ikilemi bu olayda da yaşıyoruz. İktidarda sağcı-muhafazakâr AK Parti olunca tartışmaya siyaset sosu da eklemiş oluyoruz ve “İnsanın kökenleri konusunda Maymun’u” adres gösteren Darwin’e karşı dini ve siyasi bir linç yapıldığı savı tartışılıyor. Söz konusu sansür’ün adresi de bir bilimsel kurum olan TUBİTAK olunca tartışma daha da farklı bir noktaya taşınıyor.

DARWİN TEORİSİ İLK GÜNÜNDE BİLE BÜYÜK TARTIŞMAYA NEDEN OLMUŞTU!

Bu tartışmalar yeni değil… Evrim teorisi ilk olarak ortaya atıldığı 22 Kasım 1859’dan bugüne sürekli tartışma ve ayrışma konusu oldu. Darwin’in “Doğal Seçilim ile Türlerin Kökeni veya Hayat Mücadelesinde Ayrıcalıklı Irkların Korunumu Üzerine” ortaya attığı tez, kendi döneminde de başta kiliseler birliği olmak üzere tüm bilim çevrelerince reddedildi ve yaratılış teorisine karşı gelindi.

Darwin’den öncesi de vardı bu tartışmaların, onun hocası olan Robert Edmund Grant’te 1839’da evrim teorisine yakın bir teoride bulunmuş ve büyük tepki çekmişti.

Darwin kimdi peki? İlk çalışmasına Doktor olan babasının yanında asistan olarak başlamış ve iki yıl tıp eğitimi almış, daha sonra rahiplik eğitimi alıp taksidermi üzerine de çalışan bir bilim adamıydı. Dolayısıyla “büyük bir yaratıcı” varlığı yerine türlerin değişimini iddia eden bu insan aslında iyi bir dinler tarihi eğitimi almış, dini referans noktalarını da çok iyi bilen birisiydi. Ancak onun inançları herhalde Nisan 1851′de çok sevdiği kızı Annie’nin ölümüyle tamamen kaybolmuştu.

Darwin, teorisini ortaya attığında büyük tartışmalar yaşandı. Hatta Oxford Piskoposu Wilberforce, Darwin’i savunan Huxley’e (Darwin’in talebesi), kendisinin ana yönünden mi, yoksa baba yönünden mi maymundan geldiğini sorar. Huxley; “Bilimsel gerçekleri baltalamak için diller döken bir adamın soyundan gelmektense, alçak gönüllü ve kendini bilen bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim” der.

Ancak onun, teorisini anlattığı “Türlerin Kökeni” adlı kitabı İngiliz entelektüel ve aydın kesimin en çok okuduğu bir eser haline gelmişti. Teori hızla yayılmaya başladı, İngiliz gazete ve dergileri resmen Darwin’le dalga geçiyordu. Hatta bugün Darwin’in özel arşivinden çıkartılan bazı karikatürlerde onun maymun’a benzetilerek çizildiğini görüyoruz. Demekki kendi dönemi de içinde olmak üzere toplumun geneli bu teoriye karşı ciddi reaksiyon göstermiştir.

DARWİN’İN FİKİRLERİ SULTAN ABDULAZİZ DÖNEMİNDE OSMANLIYA GİRDİ

İngiliz, Fransız entelijansının bile tepki koyduğu ama merakta ettiği evrim teorisinin basın yayın yoluyla tüm dünyaya yayıldığını görüyoruz. Ama teorinin Osmanlı’ya girişi tamda Tanzimat döneminin Batı’ya karşı duyulan o sempati günlerinde oluyor.



Sultan Abdulaziz Han

Tahtta 31. Osmanlı padişahı Sultan Abdulaziz vardır. 1861’de tahta oturan Padişah, babası II. Mahmud’un yenilikçi adımlarını sürdürdü, batı ile entegre konusunda ciddi adımlar attı. Bu anlamda Yurt dışına diplomatik ziyarete giden ilk Osmanlı Padişahı oldu. Hatta, “Atalarımız at sırtında fethe giderdi, biz şimdi Frenk illerine trenle, faytonla ziyarete gidiyoruz” demiştir.

Sultan Abdulaziz Batı’daki yenilikleri anlama konusunda oldukça cesur davrandı, bu anlamda takdir topladı. Bunun yanında da dindar bir şahsiyeti vardı. Hatta öyle ki, “Medine’den Saray’a gelen postaları her zaman, “Bu postalarda Rasulullah’ın kokusu vardır, Medineden geliyor” der, kalkıp abdest alarak hemde hürmeten ayakta okurdu. Padişah’ın bu denli hürmetkar davrandığı dönem, Osmanlı aydınının geri kalmışlığımızın nedenlerini de tartışmaya başladığı, bazı gazete ve dergilerde İslam dininin Osmanlıyı geri bıraktığı tezlerinin işlenmeye başlandığı ve bu tartışmalara karşı da; “İslam imiş devlete pabend-i terakki, Evvel yok idi, iş bu rivayet yeni çıktı!..” diye beyitlere yansıdığı bir dönemdir. İşte Darwin teorisinin Osmanlı’ya ilk giriş yaptığı dönemde aydınlarımızın ve devletin başındaki padişah’ın fotoğrafı bu şekildeydi.

İLK OSMANLI DARWİNİSTİ AHMET MİTHAT



Ahmet Mithat Efendi

Osmanlı aydınları arasında kalemi ve düşünme gücüyle çok iyi bilinen bir isim vardı; Ahmet Mithat. İlk kitabı olan Hece-i Evvel adlı ders kitabı olan Yazar, Yaşadığı dönemin tüm fikirsel ve düşünsel ikilemlerini eserlerine çok iyi yansıtan bir Osmanlı aydınıydı. “Felatun Beyle Rakım Efendi” adlı eseri hem bu dönemin ikilemini yansıtır, hemde Batı aydınlanmasını doğru anlama noktasında ciddi çıkarımlarda bulunur. Onun Batı’yı anlama noktasındaki bu duruşu Darwin teorisine yakınlaşmasını sağlayacaktır.



Evine kurduğu matbaasında çıkarttığı “Dağarcık” dergisinde Darwin teorisine inandığını ima edecek bir makale kaleme alacaktır. Zaten Namık Kemal’le beraberliğiyle dikkat çeken Ahmet Mithat, birde Darwin teorisine destek verince adeta kendi ipini çekmiş oldu. Osmanlı hükümeti onun Darwin’in teorisini tanıtan ve destek veren yazılarına karşı çok hiddetlenmiş ve Ahmet Mithat için şu emri yayınlamıştı:

“Fimabaat Mithat Efendinin maymunlarına dair matbuata zinhar nesne yazdırılmaması….” Sultan Abdulaziz, Ahmet Mithat’ı bu düşüncelerinden dolayı 1873’te Rodos’a sürgüne gönderdi. Böylece Darwin teorisi ilk defa Osmanlı Devletinde bir aydın’ın sürgüne gönderilmesine gerekçe olmuştu.

İşte o çok sevdiğimiz “Felatun Beyle Rakım Efendi” romanı Rodos’ta sürgün yıllarında kaleme alınmıştır. Ama Ahmet Mithat asıl düşüncelerini yine sürgün yıllarında yazdığı “Menfa” adlı “sürgün günlükleriyle” açıkça yazmaktan çekinmemiştir. Aynı dönemde Namık Kemal Kıbrıs’a, Ahmed Midhat ve Ebüzziya Tevfik Rodos’a, Nuri ve İsmail Hakkı (Bereketzâde) beyler Akkâ’ya sürgüne gönderildiler.

SÜRGÜNDEN SONRA DARWİNİST OLMAKTAN VAZGEÇTİ

Ahmet Mithat için asıl şaşırtıcı gelişmeler Sultan Abdulaziz’in vefatından sonra yerine gelen V. Murat’ın onu affetmesiyle döndüğü İstanbul’da aldığı görevlerle olacaktır. 3 yıl kaldığı sürgün sanki onu daha mutedil bir noktaya çekmişti. 1876′da İttihat Gazetesi’ni yayınlamaya başladı. Muhalif tutumunu yumuşatarak 2. Abdülhamit’e yakınlaştı. Daha sonra “ben neyim” adlı bir eser kaleme alan Ahmet Mithat daha önce savunduğu materyalist düşüncelere adeta reddiye yazdı. Bu kitap tam anlamıyla Ahmet Midhat´ın düşüncelerindeki dönüşüm ifadesidir. Peki bu reddiyeden sonra ne olmuştur? Devletin resmi gazetesi Takvim-i Vakayi ve devletin basımevi olan Matbaa-i Amire’nin müdürlüğüne atandı.1878′de Osmanlı Sarayı’nın desteğiyle Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. 1895′te Meclis-i Umur-ı Sıhhiye ikinci reisi oldu.

(FATİH BAYHAN, HABER 7, 3-2009)

İlahiyat kitabında evrim teorisi skandalı


Öğrencilerine Din Hizmetlerinde İletişim ve Halka İlişkileri öğreten İlahiyat kitabında, evrim teorisine destek verici ifadeler skandal niteliğinde.

Anadolu Üniversitesi’nin Açık öğretim İlahiyat Fakültesi ön lisan programında birinci sınıfta öğrencilere verilen Din Hizmetlerinde İletişim ve Halka İlişkiler kitabında, evrim teorisine destek veren şok ifadeler. Kitapta din hizmetinde bulunacak kişinin iletişimi üzerinde duruluyor. Konuya girmeden önce insanların konuşmayı nasıl öğrendiğini anlatan kitap, bir yerde öyle bir cümle kullanıyor ki “bir ilahiyat kitabında bu nasıl olur” dedirtiyor.

EVRİM TEORİSİNE DESTEK GİBİ AÇIKLAMA

Kitaba göre insan ilk yaratıldığında konuşmayı bilmiyordu ve “evrim süreci”nde bağırtılarını sözcük seslerine dönüştürerek konuşmasını öğrenmişti. Kitabın 33’üncü sayfasında geçen şu cümleler çok tartışılacak: “Araştırmalardan öğrenildiğine göre ilk insan vücudunda var olan ses aletini kullanmasını bilmeseydi onu sindirim aygıtının bir parçası gibi doğal olarak da yaşayabilmesi için soluk alma, yemek yeme aracı yerine kullanmaktaydı. Uzun yıllar geçtikten sonra insanlar yalın sesler çıkarmaya ve o seslerle bir çok kavramı anlatmaya başlamıştı.”

Aynı kitabın 35’inci sayfasında telaffuz tarif edilirken insanın insanlaşması sürecinden söz ediliyor: “İnsanın insanlaşmasında baş etmen olan el beyin ilişkisi doğrultusunda, doğal hayvansal sesleri bağırtılarla çığlıkları, evrim süreci içinde sözcük seslerine dönüşmesine telaffuz denir.

Oysa Kur’an’ı Kerim’de Bakara suresi 31, 32, ve 33’üncü ayetlerde Allah’ın Hazreti Adem’e konuşmayı öğrettiği açıkca belirtilmektedir.

Bakara Suresi 31. Ayet: “Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.“

Bakara Suresi 32. Ayet: “Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin, dediler. “

Bakara Suresi 33. Ayet. “(Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semavat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.”

Kitabın editörlüğünü profesör bir ilahiyatçının, Prof. Dr. Cemal Tosun’un yapmış olması da ayrıca düşündürüyor.

(www.moralhaber, 12-200


Alıntıdır.

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 84
Bütün postalar: 341
Bütün kullanıcılar: 13
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
INFOMELDUNG_LOGINBOX
Beğen
 
Olumlamalar
 
"İnsanların gözlerinde kendime duyduğum sevgiyi, hayata duyduğum güveni okuyabiliyorum."

"İçimdeki çocuk hala gülümsüyor..."

"İçimdeki ışık şimdi ve burada, bedenimde, zihnimde ve ilişkilerimde mucizeler yaratıyor."
 
Bugün 10 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol